4 Ocak 2016 Pazartesi

Gezi Stajı 2015

BARCELONA




Kent Bağlamı Üzerine


Barselona surlarla çevrili küçük bir kent olarak başlıyor macerasına. Daha sonra iki sur yıkılıp caddeye dönüşüyor ( La Rambla). Çekirdek kısım orta çağ kenti olarak dar sokaklar, sıkışık kent dokusu korunuyor.  Liman kenti olmak için gelişmeler başlıyor planlar öneriliyor. İlk başta La Rambla tutularak aradaki doku grid plan şeklinde tasarlanıyor ama bu plan işlemiyor. Daha sonra Cerda tarafından kentin 4 katı büyümesini sağlayacak egzajere edilmiş gridal bir sistem öneriliyor. Alışık olmadığımız bu diagonal düzen aslında 25mlik cepheler oluşturmaya başlıyor. 45 derece pahlanmış köşeler diagonal cadde kesişimleri yerine küçük meydanlar oluşturmaya başlıyor. Grid korunan ortaçağ kentiyle birleşiminde istisnai parseller oluşturuyor. Akslar çok geniş olduğu için ortaçağ kentinin sıkışık kuzey dokusu bu ölçekteki parsellerle pek bütünleşemiyor. Foster’ın Torre Agbar’ı diagonal adasının bir köşesine yerleşiyor, geri kalanı bahçe bırakılıyor.
Cerda planının kağıttaki “tepeden inmişliği”nin gerçek hayatta bu kadar iyi sonuçlanacağını tahmin etmiyordum. Planda devasa görünen bu müdahalelerin özellikle sokak kesidinin katmanlaştırılmasıyla Akdeniz kenti olma sıcaklığını kaybetmemesi bence inanılır gibi değil. 25 m süren cepheler bir şekilde insanı hiç rahatsız etmiyor, geniş bulvarlar her seferinde o kadar farklı katmanlaşıyor ki hayat sokakta yaşanıyor. Sanırım Barselona’ya geri dönecek olma nedenimin en başında sokak kesidinin o yaşanası ölçeği, canlılığı, verimliliği.


Gaudi Üzerine




Antoni Gaudi i Cornet küçüklüğümden beri araştırdığım, hakkındaki kitaplara gömülüp çıkamadığım,  karşılaşmayı çok arzuladığım Katalan bir mimar. Neo-Gotikle başlayarak Katalan modernizminin mimaride doğada dinde karşılığını arayan, Barselona’da bu amaç uğruna bir sürü “araştırması” “deneyleri” olan Gaudi Barselonada’ki Art Nouveau’nun da öncüsü.  Barselona’yı Gaudi’siz düşünmek mümkün değil çünkü kaldırım taşından kapı tokmağına her ölçekte denemeleri kente yayılmış durumda. Beni en çok heyecanlandıran da her ölçekte çalışmış olması ve kimliğini her ölçekte korumayı başarmış olması. 

   

         
   

      


Kelimelerle anlatmak mümkün olmayan, deneyimle ancak anlaşılabilecek Sagra da Familia, Casa Battlo, Casa Milla, Park Guell, Finca Miralles gibi bir çok yapısını gezdik. Sagrada Familia uzun zamandır araştırdığım, gezmeyi heyecanla beklediğim bir yapıydı. Ancak hayal ettiğimin, kafamda canlandırdığımın çok daha ötesinde bir deneyimdi.  2026’da aynı grup olarak ne olursa olsun Sagra da Familia’nın tamamlanmış hali karşısında sangria içmek üzere sözleşip ayrılıyoruz.  




Modern Üzerine

Barcelona Pavilion, Mies van der Rohe


Barselona’da en heycanlanarak tanışmayı beklediğim bir diğer yapı da Mies van der Rohe’nin 1929’da Barselona’da düzenlenen Expo için tasarladığı Alman bayrağı niteliğindeki pavyonu.  Bir çok modern yapıya ilham vermiş bu yapıda çatı yüzer gibi durup yataya dikkati çekerken alt tarafta yeni bir kavram olarak “free plan” ortaya çıkıyor. Yatay ve düşey yüzeyleriyle aslında yüzeyleri bölücü kütleler olarak kullanırken aynı zamanda akışkan mekanlar yaratıyor ve bina içerisinde sürekli bir devinim gerçekleşiyor. Havuzlar bu yüzeyleri yansıtıyor ve sonsuz bir simetri doğuyor. Mermeri, traverteri, oniks taşını kullanırken aslında doğanın kendisini en saf haliyle süs niteliğinde kullanıyor. Taşın robust etkisine ters olarak ince noktasal taşıyıcılar artı şeklinde mekan içerisinde sonsuz referans vererek konumlanıyor. 


MACBA, Richard Meier



Ortaçağ kent dokusu içerisine yerleşen bina, hem kütlesel olarak hem de önündeki kamusal alanın büyüklüğü olarak çevre ilişkilerinden çok farklı. Gotik merkezde konumlandığı için modernist düşünce beyaz 120x35 mlik bir prizmada ekstra vurgulanıyor. Richard Meier aslında bu denli çeşitli kütle/yüzey ilişkilerini,  kesişimleri/eklemlenmeleri, doluluk/boşluk ilişkilerini önceden konumu sunumunu bilemediği güncel sanat işlerinin altlığı niteliğinde düzenliyor.
Gaudi’den ap ayrı bir mimari döneme, algıya,yaklaşıma sahip olmasına rağmen Gaudi’deki anlatılamaz deneyimi Meier’in de yaşatmasını ilginç buluyorum. Tamamen organik, beklenmedik eğrilerden oluşan bir mekanın belirsizliğinden aldığım deneyimsel hazzı, MACBA’da tamamen ortogonal prizma yüzey ilişkilerinin doğurduğu belirsizlikten de almak mümkün.


-----






Toplu Konut Üzerine
Arch 301 stüdyo konumuz olduğu için bir günümüzü Barselona’nın çeperinde bulunan toplu konutları incelemek için kullanıyoruz. Toplu konutların büyük bir yoğunluğu kentin merkezine yerşelemediği için gruplanmış bir biçimde merkezden uzağa atılıyor. Bir kaç vasıtayla ulaşabildiğimiz ‘toplu konutlar alanı’ aslında çoğu kentilinin gün içerisinde merkeze inip işlerine gidip geldiği bir yer. O kadar farklı toplu konut örneği görüyoruz ki, içlerine giremesek bile ana tasarım kararlarını, kütle ilişkilerini, cephe ilişkilerini, sirkülasyon çözümlerini inceleyerek dolaşıyoruz alanda.